Bugün 2023’ de ne yaptık demeyeceğim, 2024’ te ne yapmalıyızdan bahsedeceğim.
Umarım yılın son gününde okumak isteyenler hala vardır.
Arnavutlarda kapı önleri çok temizdir, belki bilirsiniz girişten anlaşılır. Yaşımız küçük olduğundan olacak bize devasa görülen bir evleri vardı babaannemlerin. O avlulu, bir tarafında oymalı korkulukları ve dolapları olan üst kata çıkan merdiven ile bir kenarında mutfak, bir tarafında 2 ayrı oda, mahsen ve ahırı olan koskocaman cumbalı antika bir evdi. Babaannem sabah kalkıp evin içindeki ahırdan inekleri çıkarır kendi kendilerine yollarını buldukları çobanın arkasına yollar, mayaladığı ekmeği yaktığı kapakta pişirmeye koyar, sarkıt olmuş buzlarla kaplı kocaman avluyu ve tokmaklı kapı önünü temizler ve eğer şubat tatilinde Ereğli’den Bor’a gittiysek bize kendi yaptığı peynirle beraber kahvaltı hazırlardı. Onun çok titiz olması falan önemli değildi. O bizim hiperkinetik, herkese laf geçiren, bir eşeğe bir bize elma soyan, bağa büyükbabam gitsin diye eşeğin semerini hazırlayan, muhteşem börekler yapan, mahalle çeşmesinden su dolduran ve akşam yemeğini sabahtan hazır eden, konuşması kızarken Arnavutça, severken Türkçe olan süper bir babaanneydi. Bazı torunlarına daha çok sevgisini belli eder, bazısına ise göçmen olmayanları kastederek “Yerlitsalarla evli olunca böyle olur” deyip lafı gediğine yerleştirirdi. Hızım ve problem çözmedeki kıvraklığım, YERLİTSA oluşum hariç babaanneme benzer.
Ataerkil bir aile olsa da ÖZBEK AİLESİNDE babaannemin sözü hep geçer akçeydi. 13 yaşında Selanik-Gırlen’ den gelen Atatürk Aşığı, ayakları yere basan, çok kıyafete ihtiyaç duymayan ama annemin aldığı kumaşları özenle elbise diktiren, kahverengi mantosu olan, maviş gözlü, mahallesinde de sözü dinlenen, ailesiyle ilgili kimseye ser verip sır vermeyen, dedemin sonraları kolon kanseri olduğunu anladığım hastalığını komşularına “migdesi agrır bre evlat” diyerek kapatan hiç bağırdığını duymadığım saygın bir kadındı.
Neden babaannemle başladım? Merak ettiniz………
Toplumsal cinsiyetçi sosyalizasyon sonucu kadınlar toplumun öğrettiği kimliği öğrenirler. Maskülenliğin egemen olduğu toplumumuzda bu dominant erkek kimliği karar vermede de etkin rol oynar. Erkekler de kadınlar arasında bilerek ya da bilmeyerek rekabetçi bir içgüdüyle yarıştırma yaparak onları birbirine düşürebilir. Ayrıca erkekte, idareci ya da yönetici olmayla birlikte bu davranış daha çok ortaya çıkar. Kendisini bilgiyle dolduramamış kişiler ise “maço” tarzıyla egemenlik kurmaya çalışırlar. Kadınlar sayıları az da olsa yönetici koltuklarına geçtiklerinde bu maskülen ve maço tavrı takınmaya çalışırlar ki bu öğrenilmiş bir davranıştır ve derhal etkin hale geçer.
130 çift tonlu fotoğraftan oluşan Parisli kadınları ve onların görkemli tarzlarını yansıtan “Parisiennes“ kataloğundaki kadınlar gibi olmasa da en azından yolunda yürümek isteyen, ailesi ve çocukları ile iş hayatında tutunmaya çalışan kadınlara bir de kendi hemcinsleri saldırınca çalışma şevki ve heyecanı da yiter gider.
Çalışan kadının ülkemizde yönetici, müdür, başkan, müzisyen, aktrist ya da milli sporcu olabileceğini ama aynı zamanda bunun normal olduğunu bilmemiz lazım. Yani çalışan kadının normalleştirilmesi ayrıca ülkemdeki tüm kadınların hem iç politikada hem dış politikada görünürlüğünün arttırılması lazım. Ailesi, çocuğu olan çalışan kadınların imkanlarının geliştirilebilmesi için mevcut politikaları daha da iyiye götürmek lazım. Aslında birçok şeye kadın eli değmesi lazım…
Bizim sağlık camiasında tek sözü dinlenemeyen daha doğrusu zor dinlenen grup doktorlardır. Belki çoğumuzun iletişim gücünün azlığından, belki aile tiplerimizden, yetiştiğimiz çevreden ve bazen baskıcı asistan eğitiminden kaynaklanmış olabilir bu zor dinlenirlik. Ama yine de bilgi ve görgü ile beraber insancıl tavır yer edinilmesini kolaylaştırır.
Mahallemizde İğneci Remzi Amca vardı, kaynatmalı enjektörlerle iğne vururdu. O ne derse teşhis de o olurdu. Aslına bakarsanız geçmiş dönem sağlık memurları doktor gibi yetiştirilmiş insanlardı. Ayrıca belki de birçoğu bizden daha iyi müzik eğitimi, toprak bilimi, hayvan hastalıklarını sahada ve uygulamalı öğrenirler, dini ve aile değerleri gibi konularda donanımlı yetişirlerdi. O yüzdendir ki saygın ve konuşmaları dinlenen kişilerdi.
Hiç kadın iğneci görmesem de kadın sınıkçı vardı, elimiz burkulduğunda sıcak su ve sabunla ovup çıktıysa da yerine koyan. Bu insanlar evinde ya da evimizde bulunduklarında bilgilerinden ve ağırbaşlılıklarından baş köşeye oturtulur ve hürmet edilirdi.
Kadın hekim olarak çok sorunumuz olabilir, ailemiz baskıcı, cahil, otoriter, kendi olamadığını bizden isteyen kişiler olabilir. Ama biz güçlü insanlarız ve her nerede ve nasıl yetiştirilsek de kendimize doğru olanı yaparken keskin, burnu havada, ne alıyoruz ki ne verelim tarzıyla yaklaşmadan babaannemin yaptığı gibi kendi evimizin önünü süpürmeyi bilelim. Derdimiz buzdağı gibi olabilir. Bir yara akmak için yer arıyorsa kara merhem sürsen çabuk akar ama biraz beklesen kendisi zaten baş verip akar gider. Derdimizi dertlendirmeyelim, babaannem gibi gücümüzü kullanalım ve üstesinden gelelim.
Mor renk saltanat rengidir, bir de kadının temsil rengidir. Ayakkabımızı işe giderken giydiren, önlüğü takıp tüm camları silen, karısının pekmez saati için telefonun alarmını kuran kadar bir eş; bedava maaş, her yaptığımıza teşekkür belgesi, sürekli bizi öven iş yeri istemesek de Rukiye Babaannem gibi ataerkil aileye sahip olsak da etkin olan ve bilgimizle değer verilen kadın olmak ve bunu hissettirmek lazım……….
Sevgi ve hürmetlerimle.
2024 YILINIZ ÇOK MUHTEŞEM OLSUN…………..
Ataerkil aileye sahip olsak ta Etkin ve bilgisine değer verilen kadın olmak ???? Çok güzel bir anlatım olmuş.
Bu muhteşem yazı için teşekkürler Ayşe hocamıza………Sezer Komsuoğlu
Harika bir yaşanmışlık.. Benim anneannem gibi bir babaanne.. Ne mutlu.. Çok severek okudum, anlatımınızda müthiş.. Tebrikler hocam
çok güzel bir anlatım teşekkürler hocam