ŞATAFAT SENDROMU
Sosyal medyanın en önemli faydası kendimizde görmek istemediğimiz ama farkında olduğumuz eksik ya da yanlışlarımızı birtakım mesajlarda görmemizi sağlamasıdır diye başlayalım yazımıza.
Annemiz, babamız, eşimiz çocuğumuz, kardeşimiz, arkadaşımız ya da en sevdiğimiz insan yapıcı anlamda da olsa yüz yüzeyken söylediği sözler yıkıcı ve kırıcı olabilirken; "Ananızın Ak Sütü Gibi Temiz Dünyanın En İyi 10 Sözü" (uydurma örnek site) sitesinde “KIRMA KALBİ KIRARLAR KALBİNİ" sözü hiç ummadığımız bir şekilde vicdani duygularımızı dramatize ederken merhametimizi de yok ederek bizi etkileyebilir.
Birçok kişi olmadığı ama olmak istediği kişi gibi davranır, bazen de içindeki tüm gıybeti savuruverir sosyal medyadan. Kendisinin olanlarını göstermek isteyen, görümcesine nispet yapmak için bilezikli elinin resmini koyup kocam sağ olsun yazan, ekonomisi kötü ama çalıştığı evin yatak odasını fütursuzca ve izinsiz paylaşan, bir kitap özeti anlat desen bihaber ama kütüphane önünde resim koyan, ünlü markalardan aldığı kıyafetin görünmesi için elinden geleni yapanlar zengin-fakir aynı zihniyette insanlardır.
Aslında birçok kişinin kendi olduğu yeri değil başkasının olduğu yeri beğendiğini ve onun yerinde olmak istediğini biliriz. Ben bilgisayar kullanmayı, onda sunu hazırlamayı, araştırma yapmayı, elektronik aletleri kullanmayı sevmeme rağmen telefonumun hangi model olduğunu ya da giydiğim kıyafetlerin nereden alındığını çok da önemsediğim söylenemez. Kuşadası pazarından aldığım bir terliği ayağıma göre ise giyebildiğim gibi güzel bir mağazadan aldığım kıyafeti üzerime yakıştıysa çok rahatlıkla kullanabilirim. Ancak ünlü bir markanın kıyafetinin alındığı yer veya yemek yenilen afaki fiyatlı restoran birçok insan için çok ön planda olabilir.
Siz paylaşım yapmıyor musunuz diyeceksiniz?
Elbette hem de sosyal medyayı çok iyi kullandığımı düşünenlerden biriyim. Şahsi olarak bayram, kadın hakları, kongre veya resmi kutlamaları kimseyi üzmeden ve onlara okuduklarımı-öğrendiklerimi aktarmak niyetiyle mesajlar yazarak paylaşımlarımı süsleyen biriyim. Gezdiğim yerlerin ayrıntısını vererek başkalarının gitmesine ön ayak olabilirim. Hatta beni duygulandıran, kaybettiklerimizi hatırlatan, zor şartlarda yapılan doğum günü pastalarının önemini anlatan bir resimle karşınıza çıkabilirim.
Ancak genel durumu ister çok iyi olsun isterse çok kötü olsun bazı insanlar, kendi bilgilerini kendi şahsiyetlerini ortaya koymak yerine daha çok sahip oldukları ya da olmak istedikleri metaları sosyal medyada konuştururlar. Eşyalarını, perdelerini, halılarını, arabalarını, düdüklü tencerelerini, havuzlarını ya da telefonlarını kişiliklerinin önünde tutarlar.
Bu insanlar ekonomik olarak alabilecekleri güçleri olmamasına rağmen oğlunun düğününde mahalleye göstermek adına kiraladıkları fahiş fiyatlı düğün salonu için kredi çeker, gücü 1 + 1 eve yetmesine rağmen 5 + 1 ev kiralayıp içine ünlü firmalardan kanepeler ve vitrin takımı alıp kendisinin olmayanı harcarlar. Elektrik parasını ödeyemeyen ama kendine en pahalı saç şekillendirici alan, doğalgaz fazla gelmesin diye kapatıp çocuklarını zatürre eden, şimdiye kadar hiç okumadan hiç çaba sarf etmeden risk almadan çalıştığı beğenmedikleri işi onlara tahsis eden ekonomisi iyi işverenlerinin villalarında selfi yaparak paylaşım yapanlar “ah keşke benim olsa” diyerek içlerini rahatlatırlar.
Eğer ekonomik güçleri yüksekse bu sefer bilginin ve sanatın satın alınabileceğini düşünerek müzik bilmeseler de kuyruklu piyano sahibi olan, bindikleri spor arabalarda çok da hazzetmedikleri sözde arkadaşlarını gezdiren, çocuklarını dinlemeyen ama onlara asfalt yolda arazi arabası alan, spor yapmayan ama kendisine tüm tenis malzemelerini alıp gitmediği spor salonuna yıllık ücretini ödeyen, cenaze törenine (kendilerine sıra gelmeyeceğini düşündüklerinden olacak) oh be hala yaşıyoruz edasıyla, yüzünden büyük gözlükle gelen; bir toplantıda ön koltukta oturmayı, bir uçakta bizinısda uçmayı, akademik bir programda fütursuzca yorum yapmayı önemseyen; ne isminin anlamını, ne tarihin bir sayfasını, ne uzayın derinliğini, ne arabasının sileceğinin nasıl çalıştığını ne de kendini bile bilmeyen insanlar birdenbire sosyal medyada karşımıza çıkıverir. Çoğuyla her gün karşılaşmasak da sosyal medya onları bizim burnumuza sokar ve görmek zorunda bırakılırız. Temizlik yapar, sekreterlik yapar, bir resmi dairede müdür, bazen siyo bazen bir mağazayı ya da bir şirketi yönetirler. Bu kişiler farklı ekonomik standartlarda olsalar da; bilgi değil fikirleri bile olmadıkları halde, yıllarca ders almış, kitap okumuş, hocasının anlattıklarını dinlemiş, ihtisas yapmış, yılların sonunda ancak kendine göre bir iş bulmuş sade insanların aksine ses yerine ağzını oynatıp şarkı çığıran ve kırmızı ruj sürüp kendi vücudunu sergileyen, hayvanlara yaptıkları mezalimi paylaşan, kıroluğunu ya da vahşiliğini anlatan videolarla ünlenen insanlar aslında farkında olmadıkları, kendilerini rahatsız etmeyen, kendisini olduğu gibi yansıtmadığı bir durumla müstesna bir hastalığa yani ŞATAFAT SENDROMU na tutulmuşlardır.
Kimsesiz çocukların yurdunda, ne olmak istediğini sorduğum aynı zamanda depremzede olan ergen bir çocuk fenomen olmak istediğini söylediğinde bu sendroma çocukken yakalanılabileceğini ve onları erkenden teşhis etmezsek çok daha vahim sonuçlara doğru gittiğimizi anladım.
ŞATAFAT SENDROMU sadece sosyal medyadan edindiğimiz bir öngörü ya da teşhis değil, hoşgörülerine sığınarak söylemek isterim ki aynı zamanda siyasi kulvarda da bu sendroma haiz insanlara fazlaca rastlamak mümkün. Hayatında oy vermeye gitmemiş ama kadınlardan aday mı olur diyerek sin-kaflı konuşmalar yapan, genel başkan seçiminde “ondan başkan mı olur “ diyerek hiç görmediği kişiyi eleştiren, her seçimde çayını-çorbasını içtiği kişiyi asla beğenmeyen belki de oy bile vermeyen, her organizasyonu kadınlara yaptırıp kendini vatan-millet diye öven, küçük bir köye havaalanı getireceğim diyerek hiç olmayacak vaatler veren, kalabalığın önünde “sana canımı veririm” diyerek bağıran ama organ bağışına karşı olan, önüne güller dökerek paylaşım yaptığı evlilik teklifinden sonra elin karısı-kızı olan kadın adaya saydıran sevgili ve çok saygıdeğer yurttaşlarımız da ŞATAFAT SENDROMUNA yakalanmış siyasi kimliklerdir. Eğer kimse onlara eleştiri yapmaz, kimse onları uyarmazsa bu sendromu yenemez ve kişiliklerini sarsan onların bir parçası durumuna gelir ki artık ondan sonra toplum da onlara benzemeye ve toplumsal bir ŞATAFAT SENDROMUNA doğru gidişe neden olabilir.
Çok severim yeni şeyler keşfetmeyi, araştırmayı, bir kelimeden yola çıkarak bir destan yazmayı. Umarım yazımı kendimi de eleştirerek yazdığımı göz önüne alarak okursunuz. Size naçizane tavsiyem kendiniz olun, hiçbir insanın ya da onların davranışının sizi yönlendirmesine müsaade etmeyin. Yaptığınız güzel ve akılcı şeyleri paylaşarak toplumun nasiplenmesini sağlayın ama asla ŞATAFAT’çı olmayın.
Sevgilerimle.
Muhteşem muhteşem eline emeğine sağlık ablacığım ????????????????